Duygu Yaşam
Görsel sanatlar piyasamızda nedense modaya çabuk adapte olunuyor. Hani bir zamanlar Kostabi diye bir sanatçıdan çok sık bahsedilirdi: Kostabi New York’taki atölyesinde 12 asistan çalıştırıyor ve resimlerini de onlara yaptırıyordu. Soranlara da “ben sanatın fabrikatörüyüm” diyordu. Bugünlerde artık Kostabi’den pek bahsedilmiyor fakat ülkemizde bir çok Kostabiler de var artık. Bazı sanatçılar nasıl olsa reklamlarını yapan, fabrikasyon üretimlerini satan ortakları da olduğu için, atölyelerinde birkaç asistan çalıştırarak sanat eserlerini onlara yaptırıyorlar. Bu durumda sanat eserine yatırım yapmış olanlar da taşeronların yaptıkları eserlere para ödemiş oluyorlar… Peki bu durum etik mi? Çünkü bir sanatçının ömür boyu üretebileceği eserlerin sayısı üç aşağı üç yukarı bellidir. Araya dublör girdiğinde ise eser sayısı çok yukarılara çıkabiliyor ve bu durumda bir sanat eseri enflasyonu da doğabiliyor.
MOHAMMAD ISMAIL’S WORK (https://www.facebook.com/mohammad.ismail.52)
Genç bir sanatçımızın 4 asistanı olduğu söylentisi dolaşıyor ortalıkta ve o genç sanatçı ise, takdim ettiği eserlerinin görsellerini yabancı filmlerindeki karelerden alarak, dijital çıkış alıyor ve de üzerine uyguladığı dokuyu da asistanlarına yaptırıyor. Kim alıyor bu eserleri, kim nasıl ne diyerek satıyor bilemiyoruz fakat, yabancı müzayede şirketlerince de pazarlandığını görüyoruz.
Andy Warhol zaten bir takım fotoğrafları serigrafi uygulayarak pop art kavramıyla sanat piyasasına sundu. Andy Warhol’dan sonra da belki yüzlerce sanatçı aynı kavramda farklı işler üretmeye başladılar ve bir gün pop artın pabucu dama atıldı (hala bizim ülkemizde devam etse bile). Warhol versiyonu sayılabilecek görsellerin üzerine doku koymakla üstün sanat mı yapılmış oluyor? Olsa olsa poster kıvamında bir takım işlerdir ortaya çıkanlar ve şişirildiği kadar da büyük paralar etmesi nedendir bilinmez.
Sanat piyasasını ellerinde tutan ve ceplerine para koymaktan başka bir şey düşünmeyen sanat tacirlerine göre her şişirilen balonun getirisi de fazla olmalıdır ki, bir yerde kolaycılık da sayılan bu sanat düzeninden sürekli para kazanılsın…
Düne kadar eserlerinin fiyatları yüz binlerle konuşulan bir kadın sanatçımızın bugünlerde 25 bine bile eser satamadığı söylentileri de dolaşıyor. Peki bu düşüşe sebep nedir? Elbette ki piyasada yapılan yanlışlar.
Taşeron kullanarak sanat yapmak moda olmuş durumda. Örneğin ben bir başkasının sanatçı adına yaptığı esere, o sanatçının piyasada belirlenmiş fiyatını vermem. Akıllı koleksiyoncu da vermez çünkü gelecekte bunlar ayıklanacaktır. Hangi eserlerin sanatçı tarafından yapıldığı, hangilerinin yapılmadığı zaten bellidir ve bugünden deşifre olabildiğine göre, yarınlarda bunlar tekrar gündeme getirilebilecektir.
Burada akla şu soru da geliyor: acaba başkalarının yaptığı resimlere sanatçının imza atması ile sahte resim konusu bir arada tartışılabilir mi. Kimilerine göre getirilebilir, kimlerine göre ise o kadar önem verilecek bir şey değildir. Bir sanatçı isim olmuş ise önce kendi yaptıklarıyla isim olmuştur. Satmaya başladıktan sonra inşaat yaptırır gibi taşeron kullanması nasıl bir şeydir anlayamıyoruz… Birisi çıkıp ta bunun mantığını ortaya koyabilir mi acaba.
Yani görsel sanatlar piyasamız karma karışık: bir tarafta yığınla kopya işler, diğer tarafta taşeron kullanmak ve ayrıca da piyasada dolaştığı söylenen sahte resimler. Tüm bunlar bir arada değerlendirildiği zaman, sanata yatırım yapanların da kafası karışabiliyor. Ve sanat piyasası da bugün olduğu gibi arada bir krize giriyor, sonra sil baştan…
Görsel sanatlar piyasamızda alışa gelinmiş bir şey daha var: birisi bir diğerinin eserlerini kıskandığı zaman hemen, “dekoratif işler” diyebiliyor. Adama sorsanız dekoratifi tarif eder misin diye, edemiyor. Çünkü o da başkasından öğrenmiştir dekoratif demeyi. Oysa akıllı sanat yatırımcısı Türkiye’de yatırım yapacağı sanatçıyı yurt dışındaki bir sanat uzmanları merkezinde ekspertiz ettirebilir. O zaman ak yüz ile kara yüz ortaya çıkacaktır. Çünkü bizde henüz ekspertiz yapabilecek deneyimde bilgeler yoktur. Olanları da dikkate almıyorlar çünkü fasit bir daire içinde değerlendiriliyor sanat eserleri ve müzayedelerde yapılan oyunlarla da sanatçıların fiyatları şişirilebiliyor (Bu durum ile müzayede şirketlerinin ilgisi olmuyor. Sanat eserini müzayedeye sokan bazıları, müzayededen yüksek fiyatla yine kendileri satın alarak, sanatçının suni olarak fiyatının yükselmesini sağlama yoluna gidebiliyorlar.).
Bir sanatçımız yurt dışındaki prestij bir sanat eleştirmeninden iyi bir eleştiri almışsa bile, eğer ki köşe başlarını tutmuş olan isimlere yakın değilse, ülkemizdeki galeriler, sözde sanat uzmanları veya küratörler v.s tarafından nedense dikkate alınmak istenmiyor. Ülkemizde bir sanatçı dünya sanat piyasasında bir yeniyi, bir ilki de ortaya koymuşsa bizim aklı evveller tarafından görmezden geliniyor. Nedeni ise büyük bir kıskançlık, beklide ticari rekabetten. Bilgisizlik diyemeyeceğim çünkü az sanat bilgisi olan bile bir yeniyi ortaya koyduğu için yurt dışından övgü almış olan sanatçının ne derece önemli olduğunu görebilir: demek ki bizdeki bazı seçiciler art niyetli. Elbette ülkemizde bu sınıfa sokamayacağımız değerler de vardır fakat çok az sayıdadırlar ve de piyasanın köşe başlarını tutmuş olanlar tarafından, kendi aralarına sokulmamaktadırlar…
Bir de yurt dışındaki müzelere eserleri giren sanatçılar ile ilgili duyurular: sanatçının British museum’a girdiği haberler birden gündeme getiriliyor ve müzenin devamlı koleksiyonuna satın alındı diye de söylem yayılıyor. Oysa gerçek, ya galericisi tarafından veya başka bir yabancı isimle o sanatçıdan bir eserin müzeye hediye edilmiş olmasıdır. Müzeler hediye edilen eserlere sıcak bakarlar ki gelecekte müzeye finans gerektiğinde, o hediye edilmiş eserleri paraya çevirebilsinler. Çünkü müzeler parasal açıdan zor duruma girdiklerinde bile, koleksiyonlarındaki önemli eserlere dokunmazlar…
Aslında bazı sanatçıların, “biz sanat fabrikatörüyüz” diyerek, eserlerini başka sanatçıları çalıştırarak yaptırdıklarını, itiraf etmelerinin zamanı gelmiştir… Sanat yatırımcısının da bu gerçeği bilmesinin, en doğal hakkı olduğuna da inanıyoruz.